(REZONANS KANUNU- PİERRE FRANCKH)
Eğer şu ana kadar isteklerimiz gerçekleşmediyse, en şiddetli arzularımıza hedeflerimize ulaşamadıysak; eğer hayatımıza hiç istemediğimiz kötü anılar yaşadıysak, eğer mutsuzsak veya yenilgiye uğradıysak, bütün bunların cevabını Rezonans Kanunu'nda bulabiliriz.
Pierre Franckh, bu tezinde Rezonans Kanununu anlayıp onu nasıl kullanacağımızı anlamaya başladığımız anda, hayatımızdaki imkânsız düşündüğümüz her şeyin mümkün olabileceğini anlatıyor. Yazar şöyle diyor;
‘Hayatımızı kalbimizle değiştirebilirsiniz’
Düşünce gücümüzle maddeye etki edebilir miyiz? Kim olmayı istiyorsun? İsteklerimizi hangi yolla yayıyoruz? Rezonans alanı yazılı ve görsel izlenimlere nasıl tepki verir?
Rezonans:Belirli bir frekansta titreşen bir sistemin, aynı frekanstaki dış titreşimin tesirinde kalarak yüksek genlikle titreşmesi olayı. (Resonantia = AkisRezonans = Eko, yankı, titreşim)
Eğer istediğimiz sonuçları elde etmeye çalışıyorsak; düşüncelerimizi, duygularımızı ve inançlarımızı gözlemleyerek yönlendirmeye başlamalıyız. Çünkü hissettiğimiz ya da düşündüğümüz her şey, bir rezonans alanı oluşturur. Biz isteklerimizi yönetebiliriz.
‘İmkânsız, sadece bizim imkânsız olduğunu düşündüğümüz şeydir.’
İmkânsızlık duygusu senin şahsi kanaatindir. Ve sen böyle düşünmeye devam ettiğin sürece yaşamın da bu doğrultu da ilerleyecektir. Bilimsel çalışmalar, duygu, düşünce ve inançlarımız sayesinde var olduğumuzu ispatlıyor. Zira duygularımızla desteklenmiş ve kaydedilmiş inançlarımız muazzam bir rezonans alanı oluşturuyor. Ve bu rezonans alanındaki titreşimlerle uyum içinde olan dünya üzerindeki her şey, bu titreşime ayak uydurmak zorunda kalıyor. O zaman soru basit: Sen şu anda hangi rezonans alanını oluşturuyorsun? Rezonans Kanunu, evrendeki her şeyin birbirleriyle titreşimler aracılığı ile nasıl iletişim halinde olduğunu anlamamızı sağlar. Vücudumuzun her bir organı ve hücresi de dahil olmak üzere dünyadaki bütün nesnelerin ve canlıların kendilerine has bir titreşimleri vardır. Bu, madde içinde böyledir. Maddenin titreşim enerjisini incelediğimizde farklı objelerin genellikle farklı frekanslarda titreştiğini görürüz. Bazıları da aynı ya da benzer frekansta titreşir. Bunu kemandan da biliriz; kemanın herhangi bir teline dokunduğumuz zaman, bu telle uyumlu olan diğer bütün teller de titremeye başlar. Notaların daha pes ya da tiz olması sonucu değiştirmez. Uygun frekansta olmaları titreşim için yeterlidir. Diğer insanlar, nesneler veya olaylar, eğer bizimle aynı frekansta iseler, içimizde oluşturduğumuz titreşim alanına karşı koyamazlar. Bizim titreşimlerimize tepkisiz kalmaları mümkün değildir. Nasıl ki kemanın basılan teliyle aynı frekanstaki diğer teller bu tellerde hareket ile titreşiyor ise, bizimle aynı frekanstaki insanların, nesnelerin ve olayların da bizim titreşimlerimize katılmaktan başka seçeneği yoktur.
‘İmkânsız olduğunu düşündüğün şey, sınırsız olanakların imkânsız olmadığı inancıdır.’
Burada, Rezonans Kanununun şu temel kuralı ortaya çıkıyor;
‘Benzer olan birbirini çeker’
Bizim titreşimlerimizle uyumlu olan her titreşim bizim hayatımıza çekilecektir. Bu, bizim için her zaman olumlu bir şey anlamına gelmez. Içimizdeki “negatif titreşim enerjisi” olarak adlandırdığımız şey; bizde hoşlanmadığımız, huzursuzluk verici hislerin uyanmasına, hatta belki sarsıcı olayların yaşamımıza çekilmesine sebep olabilir. İşte bu yüzden, nasıl bir titreşim içinde olduğumuzun, bilerek veya bilmeyerek hangi rezonans alanını oluşturduğumuzun farkına varmak, bizim için çok önemlidir.
1993 yılında duyguların insan vücudu üzerindeki hakimiyeti hakkında bir araştırma yapılmak istenmiş ve bunun için duygularımızın oluşumundan sorumlu olduğu düşünülen bölgeye, yani kalbimize odaklanılmış. Bu nefes kesici buluş; kalbin muazzam büyük bir enerji alanıyla çevrili oluşuydu. Bilim adamları araştırmalarında kalbimizden yayılan bu elektromanyetik alanın sadece duygularımız tarafından oluşturulmadığını ve gücünü, inançla bağlandığımız ve hayatımıza doğrultusunda yön verdiğimiz düşüncelerimizden aldığını buldular. Burada bahsedilen alanının çapı yaklaşık iki buçuk metredir. Yayılan bu enerjinin ne denli büyük olduğunu HeartMath Enstitüsü’nün yaptığı araştırmalar gözler önüne seriyor: Kalbin elektrik akımı (EKG), beyinde oluşan elektrik akımından (EEG) altmış kez daha kuvvetlidir. Kalbin manyetik alanı ise beyninkinden beş bin kez daha kuvvetlidir. Demek ki kalbimizle, beynimizle yaydığımızdan çok daha fazla enerji yayıyoruz. Yani kalp insan vücudundan dışarı uzanacak kadar kuvvetli bir enerji yayıyor.
‘Kalbimiz beynimizin oluşturduğundan çok daha büyük bir enerji alanı oluşturuyor’
Kalbimiz, inanç ve duygularımızı elektromanyetik titreşimlere ve dalgalara dönüştüren bir tür aracı olarak hizmet eder. Ve bu elektromanyetik dalgalar vücudumuzla sınırlı kalmaz, bütün çevremize uzanır, bizi kuşatan her şeyle iletişim halindedir. İnançlarımız kalbimizin yaydığı elektromanyetik dalgalar sayesinde fiziksel dünyayla etki alışverişinde bulunur. Bunun sonucu apaçık ortadadır;
İNANÇ VE DÜŞÜNCE BİR ARAYA GELDİĞİNDE İMKâNSIZ KELİMESİ ANLAMINI YİTİRİR.
Kalp inanmaya başlar ise akıl olasılıklar dizilimini yeniden düzenler ve neden ve nasıl sorunu sorarak büyük bir enerji ile üretmeye ve keşfetmeye başlar. Beyin kalbe inanırsa harekete geçer ve 100 milyar sinir hücreniz çalışmaya başlar. Farkındalık ve koordinasyon bir araya geldiğinde imkânsız ya da olasılıksız kelimeleri devrilir. Düşüncelerimiz inançlarımıza aşıktır.
‘Beyin kalbe inanır’