2300 yıl öncesinden, bütünlüklü bir siyasal yaşamın yapıtaşlarını işaret eden Platon; “-Demokrasi bir eğitim işidir, eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçerseniz oligarşi olur. Devam edilirse demagoglar türer. Demagoglardan diktatörler çıkar. Demokrasi, despotluğa dönüşür.” Aforizmasıyla sanırsın günümüz Türkiye’sini tarifliyordu.
Nitekim paragöz oligarşik yapı eliyle yaz-boz tahtasına dönüştürülen, ama “otomatiğe bağladık” denilerek sürekli ıskalanan eğitim sistemimizin bizi taşıdığı son liman; kaçınılmaz alarak siyasal, ekonomik ve küresel fay hatlarının boydan boya kırıldığı bir “altüst oluş” sürecinden başka bir yer olmuyor.
Umarsız fırtınaya teknemiz hasarlı, donanımımız eksik, giriyoruz. Üstelik kaptan ve ekibinin, rotayı da pusulayı da karıştırdığı apaçık ortada!
En vahimi ise yolcuların ve mürettebatın yarısı, diğer yarısı ile kavgalı!. Manzarayı umumiye tam bir çöküşü işaret ederken, mevcut iktidarın ve yandaşlarının affedilmez hatası; geçmişte nesnesi oldukları çarpıklıkların gelinen noktada öznesi olmayı bu kadar büyük bir iştahla içlerine sindirmeleri oluyor.
Bugün yıkım ayrımsız tüm toplumu kuşatmışken, tepkilerin bir türlü kitleselleşememesinin önündeki bir diğer önemli etken ise; Özallı yıllarda start veren, “Serbest Piyasa Ekonomisi” destekli, yozlaşmış siyaset-muhteris iş dünyası-ahlaksız bürokrat- işbirlikçi basın karesinin kurduğu ve işe Cumhuriyetin kazanımı KİT’leri haraç-mezat pazarlamakla başlayıp, bankalarının yarısının içinin boşaltılmasıyla sonuçlanan yağma düzeninin, toplum üzerinde yarattığı umarsız “kabulleniş” ve bu kabullenişin travmaya dönüşen acı hatıralarının bazı zihinlerde halen yerini koruyor olması değil midir?
Olanca yalınlığına karşın gerçeğin çarpıtılıp, cehaletin bilgiye galip gelmesi, çoğu kez kitlelerin bu konudaki umarsızlığını depreştirip bunalıma yol açar. Zira kasıtlı cehalet, bilgiye ve rasyonel mantığa karşı kaba bir kayıtsızlıktan beslenir. Böyle kişiler, bilgiye ve akla aykırı kanaatlere inatçı bir adanmışlıkla bağlanıp, karşıt fikir ve verileri göz ardı ederler.
Öyle ki, cehaletin övülüp, bilginin aşağılandığı benzeri süreçleri betimleyen Thomas Gray bir şiirinde “ cehaletin mutluluk olduğu bir yerde bilgelik deliliktir” derken, Dostoyevski’nin , “yeraltından notlar” adlı eserinde “yemin ederim ki, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır…”sözcükleriyle adeta çığlık atarcasına ifade ettiği, bu “çaresizlik” halinden başka bir şey olmasa gerek?
Bir biçimiyle eğitimden yoksun kalanlar ya da çağının bilgisine erişimi kısıtlı olanlar için, özellikle körü körüne bağlanılan inançlar, yargılar ya da karizmatik liderler söz konusu olduğunda. Bağlılık o denli baskın oluyor ki gerçekler bu bağlılıkla çeliştiğinde, psikolojik gerilimi ve çelişkiyi azaltmak adına ne kadar saçma olursa olsun gerçekliği çarpıtmak daha kolay oluyor! Gerçekler ne kadar acı, çelişki ne kadar keskin olursa, totaliter popülist lidere aşık olan kitlelerin bağlılığı o denli kökleşiyor.
Tıpkı ekonominin ağır faturasını iliklerine kadar hissetmelerine rağmen hükümete toz kondurtmamakta ısrar eden, hatta ne kadar çılgınca gelse bile, yaşanan olumsuzlukların sebebi olarak muhalefeti görüp suçlayan… Lozan anlaşmasının ülkemiz aleyhine gizli maddeleri iddiasından, Merkez Bankasının küresel güçlerin kontrolünde olduğuna, hatta zamları muhalefetin yaptığına dair çok sayıda zırvayı savunan kişi sayısı ziyadesiyle ürkütücü.
Görülen o ki ülkemiz gelecekte salt siyasal ve ekonomik olarak değil, toplumsal zihniyet olarak da ciddi bir tedaviye gereksinim duyacak. Bu tedavinin zor ve uzun erimli olacağını da biliyoruz.
Sevgiyle, dostlukla.