Kuşkusuz insan oportünist doğmaz, ama sonradan pekala oportünist olabilir. Özellikle çağımızda bunun önünde hiç bir engel yoktur!
İlkeden ve etikten yoksunluk bunun en belirgin dayanağıdır. Daha çok faşizmin şaha kalktığı süreçlere eklemlenip, ardından siyasi iklimin oluşturduğu alan boşaltılmasıyla ortaya çıkan ve her geçen gün etkilerini arttırarak sürdüren korkak, dönek, hain, bilumum namussuzun yardakçılarının oluşturduğu bir türdürler!
Onları görmemek, tanımamak mümkün mü?
Tarihsel ve toplumsal kriz dönemlerini “zamanın ruhunu” bir güzel kavrayıp hayat kılavuzu olarak benimseyip kolaylıkla içselleştirirler. Her egemene ve güç odağına aşık olur, onların gönüllü muhafızı, sadık bendesi, kapıkulu tayin ederler kendilerini.
Karaktersizlikleriyle, daha doğrusu eksi ve aksi davranışlarıyla dikkat çekip, öne çıkarlar. Adları sıfatlarından sonra söylenir oldukça arızalarını kalıcı hale getirirler. Derken yere göğe sığmaz olurlar. Eziktirler ve ezikliklerini egemenliğe çevirme çabasıyla, eksi ve aksi yüzlerini memlekete, dünyaya, tüm insanlara karşı silaha çevirirler!
Kısacası; gücün ve güçlünün etekleri altına sığınmakta bir beis görmeyen ve siyaset kurumuna sızan bu ahlaksızlar! Demokrasinin vazgeçilmez unsuru siyasi partileri; iktidarı ve kamu gücünü ele geçirmenin bir aracı olarak görüp, son ana değin koltuk sevdasını sürdüren oligarşik yapının gönüllü uşaklarıdırlar!
Siyasi kadroların iş bulma, tayin, terfi, iş takibi, ihale gibi her türlü akçeli işlevi üstlenip, siyasetin bir menfaat kavgası; siyasetçilerin de bu mücadelenin aktörleri olarak görüldüğü bir ortamda, takdir edersiniz ki demokrasinin gelişme şansı çok azdır ve büyük bir oranda tesadüflere ve kişisel performanslara bağımlıdır.
Özellikle de 12 Eylül darbecilerinin siyasi partileri kontrol altında tutup baskılamak adına çıkarttıkları 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu “tek tip parti” örgütleme modeliyle, tüm partileri birer lider partisi haline getirmiş ve parti içi demokrasiyi uygulanamaz kılmıştır. Bu biçimiyle siyasi partilerin otoriter yapısının korunmasının nedeni olan ve halen etkisini sürdüren 2820 sayılı yasa Türkiye’nin ve siyaset kurumun demokratikleşmesinin önündeki en büyük engeldir.
. Kendi örgütlerinde ve yönetim organlarında parti içi demokrasiyi hayata geçiremeyen (Bu durumdan çok da rahatsız olmayan) siyasi partilerin, değil ülkenin demokratikleşmesine katkı yapmak, tam tersine hız kesmeden toplumun tepesinde tepinen “müesses nizamın!” kalıcılığına zemin hazırlamaktan başka bir şey üretmeyecektir.
Temelde parti ana kademe yöneticilerinin yönetimsel yaklaşımlarının baskın olduğu, ama demokratik görünüm adına üyelerin görüşlerinin alındığı siyasi partilerde, anketler, temayül yoklamaları ve istişare toplantıları gibi çalışmalar yapılmakta ise de, bunlar üyelerin söz, yetki, karar süreçlerine katılmaları için değil, sadece sonuçlarından yöneticilerin yararlanması içindir.
Parti örgütlerinin demokratikleşmesinde en önemli kriter, parti üyelerinin siyasi katılımlarını gerçekleştirecekleri parti içi demokrasi iklimidir. Neredeyse her seçim sonrası ve her kurultay öncesi başlayan tartışmaların sığ ve kısır bir parti içi iktidar mücadelesine dönüşmesini önleyip, demokrasi ikliminin yaygınlaştırılması adına, partinin il-ilçe örgütlerinden başlayarak tüm yönetim kademelerinin ideolojik, ilkesel ve etik değerler bağlamında özeleştiri yapması zorunludur.
Tüm bu yaşamsal gereksinimlere karşın; sonuca ve sürece ilişkin olguları tartışarak anlamak ve yeni bir siyaset içeriği üretmek yerine ısrarla kişisel iktidar arzularının kışkırttığı kavramlar üzerinden bir histeri nöbeti geçiriliyor olması anlaşılabilir değildir. Özellikle de ideolojik içeriği ve ilkeleri tanımlanmamış, yöntemi belli olmayan aynı dümende birlikte olanların arzu nesnesi bir değişim!
Gemiyi karaya oturtanların kaptan! Yeni kaptan adaylarının ise gemiyi limana yanaştırma konusunda aralarında kayıkçı kavgasına tutuştuğu bu fikri eylemsizlik ortamında, gerçek olmayan her şey hayata yenik düşmekten kurtulamayacaktır!
Bu ahval ve şerait bağlamında, Türkiye’nin dönüşüm sürecini demokrasiyle uyumlamak ya da dönüşen Türkiye’yi demokrasisi güçlü Türkiye’ye evirmek başta siyasi partiler olmak üzere, hepimizin üzerinde çalışması gereken bir girişimdir. Bunu için hem örgüt hem de seçmen katında ciddi bir politik-travmaya zemin hazırlayan seçimlerinin ardından, yaklaşan yerel seçimlere doğru, her türden dezenformasyonu boşa çıkartıp, toplumun tüm kesimlerini yeniden heyecanlandırıp umut üfleyecek bir büyük dönüşümün öznel ve nesnel koşullarının oluşturulmasının zorunluluğunu hatırlatmak isterim.
Unutma, değişim hep var olan yaşam döngüsü…
DÖNÜŞÜM ise senden, ondan, bizden olan. Hani bir zamanlar yurdun dört bir yanında yediveren gülleri gibi açan!
Sevgiyle dostlukla.