Anayasa ve yasalarca tanımlanmış, kapsamı belirlenmiş hakların ve özgürlüklerin, yoklukla sınandığı bir sürecin devamlılığını işaret eden bu zaman diliminde!
Sözde uyum ve uzlaşı adına yapılması planlanan ve özellikle de iktidar yanlısı çevrelerce önemsenen buluşmanın bir gün öncesinde, Anayasa mahkemesi kararına rağmen Taksim 1 Mayıs kutlamalarının iktidar tarafından yeniden gerilim kaynağı haline getirildiğini görüyoruz.
Mücadele- Müzakere ikileminde gerçekleşen ve “mücadele” boyutuna 1 Mayıs’ta görece tanıklık ettiğimiz bu gizemli buluşmanın, “müzakere” ayağının sonuçlarını ise sanırım toplum olarak pek yakında devşirebiliriz? Kaldı ki, sıkça perdelenen bu masalı-masasız “orta oyunları” ve kimin ne deyip demediği ya da kimlerin “replik” verdiği tartışmaları artık toplum katında ziyadesiyle sıkıcı olmaya başladı.
Adına ister “normalleşme”, ister “yumuşama” deyin, görece de olsa kendini ne hukuk, ne de demokratik değerlerle sınırlayamayan bir yönetim tarzı topluma adalet vaat edemez! Çünkü adalet, ancak “eşitlik” temelinde ve ”eşitlik” eyleminde kendini gerçekleştiren bir iklimin ürünüdür.
Tek adam keyfiyetine indirgenen yönetsel aygıtın ürettiği acılar ve artık üstesinden gelinemez boyuta taşınan sorunların çözümü, ancak eşitlik temelinde sağlanacak bir toplumsal mutabakatla olanaklı olabilecektir.
Kendini ve varoluşunu iktidarla sınırlayanların başlattığı, muhalefetin de peşine takıldığı uyumlaşma arayışları “boş kasnak” misali topluma zaman kaybından öte hiçbir şey vaat edemiyor. Özetle adalet adına yeni bir felaketin kapısındayız. Daha önceleri de vurguladığım gibi, Türkiye’de yazılan her anayasa, yalnızca kendini vaat edebildi. Her anayasa ile anayasallıktan uzaklaşıldı. Her anayasa yeni bir fetiş olarak çılgınlığın eşiğinde varoluşumuzu pekiştirdi. Keşke iktidarın anayasa ısrarı karşısında, muhalefet; eşitliği önceleyen bir halkla buluşma eylem planıyla öne çıkışı gerçekleşebilseydi.
Yoksa Anayasa Mahkemesi kararlarını yok saymayı çoktan bir “iktidar geleneği” ne dönüştürmüş bir yapının yeni bir anayasa takıntısı! özgürlük ve eşitlik taleplerine olan duyarlılığın değil, bizzati kendi devamlılığını pekiştirebilmenin bir hezeyanından başka bir şey değildir
Anayasa’yı, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarını hiçe sayıp, kapsamı belirlenmiş hakların yoklukla malül hale getirildiği bir zaman diliminde. Her geçen gün derinleşen ekonomik ve toplumsal buhrana çözüm bulma noktasında sorumluluk üstlenmesi gereken “sorumsuzların” ciddiyetten uzak, eşitsiz tavırları geleceğe dair tüm umutları yerle yeksan ediyor.
Tarz bu olunca da Türkiye ‘de politika yapıcıların yarattığı sorunlara her geçen gün bir yenisi eklemlenirken toplum olarak, hayatımızı doğrudan etkileyip şimdimizi karartan gerçeklerimize bir türlü odaklanamıyoruz.
Çünkü gelecek sadece bana veya sana ait değil. Hayatlarımız birbirine sıkı sıkıya bağlı ve gelecek de “biz” ile düşününce anlamlı…
Sevgiyle, dostlukla.
Aynen katılıyorum. Kalemine sağlık.