Çoğu Anayasa Mahkemesi kararlarıyla çelişen ama bir biçimiyle devleti yönetmenin aracı haline getirilen, Kanun Hükmündeki Karar namelerle yönetme biçimi artık kesmemiş olacak ki!..
Şimdilerde öznesi “anayasa değişikliği” olan yeni ve tehlikeli bir arayış devletin zirvelerinde ısrarla karşılık buluyor!!
Oysa Anayasalar, devletin kuruluşunu, örgüt yapısını, ideolojik rejimini, yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini düzenleyip güvenceye alan temel hukuk belgeleridir. Ve bu nitelikleri onlara üstünlük ve dokunulmazlık sağladığı gibi, diğer yandan hukuk devleti ilkesi bu duruma azami özen gösterilmesini zorunlu kılmaktadır.
Nitekim Anayasanın 2.maddesi, Türkiye Cumhuriyetinin bir “hukuk devleti” olduğunu ilan etmektedir. Hukuk devleti; her şeyden önce, devletin tüm organ, kurum ve görevlilerinin Anayasaya uygun hareket etmesini, Anayasa ile bağlı olmasını;
Anayasa madde 153 ise, Anayasa Mahkemesi kararlarının “kesin” olduğunu ve “yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri” bağladığını belirtmektedir.
Bu hüküm, Anayasa Mahkemesi kararlarının eleştirilmesini, sorgulanmasını hatta Anayasa Mahkemesine yönelik olarak yetki aşımı iddiasında bulunulmasını yasaklamamakla birlikte, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığının tartışmasız kabulü, Anayasa ile öngörülmüş kesin bir emirdir.
Dolayısıyla Yargıtay 3.cü Ceza Dairesi; ilk derece mahkemesi olarak gerçekleştirdiği yargılamalar dışında, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru neticesinde yeniden yargılama yapılmasına ilişkin verdiği ihlal kararına uyma veya uymama yönünde karar veremeyeceği gibi. Anayasa Mahkemesi kararını tanımaması ve bu karara imza atan üyeler hakkında suç duyurusunda bulunması, hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmayan güç gösterisinden başka bir şey değildir.
Zira Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olup, hiçbir kurumun Anayasa Mahkemesi kararlarına “direnme” yetkisi yoktur.
Anayasanın 6/3.maddesi “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.” Kaldı ki hukuk sistemimizde hiçbir kuruma veya kişiye AYM kararlarına “direnme” yetkisi tanınmamıştır. Yokluktan türetilen bir “direnme yetkisi” AYM’nin varlığını anlamsız kılacak ölçüde olumsuz sonuçlara yol açabilir.
Bu bağlamda hak ihlali yakınıcılarını; “Yeter ki adalet yerini bulsun. İsterse kıyamet kopsun.” Aşamasına taşıyan yetki aşımının sonlanması adına, AYM kararlarının gönderildiği Yargıtay “ilk derece mahkemesinin” esasa ve usule ilişkin herhangi bir tartışmaya girmeksizin ve ivedilikle, AYM kararlarında belirtilen işlemleri gerçekleştirmesi ve olmaması gereken yargı krizinin sonlandırması, Anayasa ve hukuk devletine uygun en ideal çözüm olacaktır.
Yüzyıllardır, noktasına virgülüne dokunulmadan aynı Anayasa ile yönetilen, temel insan hak ve özgürlüklerine saygılı çağdaş demokratik ülkelerin sayısı hiç de az değildir. Dolayısıyla siyasi partiler veya uzantılarının, eylem ve işlemlerinde Anayasal düzene uygun davranmak zorunda olduğunu unutmaması gerekir. Zira yasama, yürütme ve yargının, kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun çalışması bir yana, bunların eş güdümlü ve uyumlu bir şekilde işleyerek demokrasiyi yaşatması mümkündür.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en yoğun siyasal - yargısal tartışmalarının yaşandığı ve belirsizliklerle dolu, insanların anlamakta güçlük çektiği gelişmelerin yaşandığı bir dönemden geçmektedir. Bir taraftan ulus devlet yapısının tartışılması, diğer taraftan siyasal partiler ve yargı organları arasında yaşanılan gerginlikler ülkeyi adeta bir kaosa sürüklemektedir.
Halkın kültürel ve dini duygularının sömürüldüğü, çeşitli yoksunlukların suiistimal edildiği, kamucu anlayışın terk edilerek bir avuç varsılın ekonomik çıkarı uğruna siyaset kurumunun dibe vurduğu bu zaman diliminde. Yetmezmiş gibi birde devlet rejimini oluşturan anayasal ilkeler ile çatışarak siyaset yapılması, anayasa ile bağdaşmayacağı gibi, hukuk devleti ilkesini çiğneyen bir duruştur.
Demokrasinin katılımcı ve müzakereci özü unutulup, iktidar olmanın verdiği keyfilikle, sürekli Anayasa değişimini gündeme taşıyıp “uzatmaları oynama” pervasızlığı, hukuk devletinde ve kurumlarında onulmaz yaralar açıyor.
Unutulmamalıdır ki, hile, desise ve zorlamalarıyla tanımlanan bir rejimin adı asla demokrasi olamaz!
Sevgiyle, dostlukla…