Son yirmi yıldır yaşamımızdan hoyratça koparıp alınan onca kaybın ardından, bir yitikler seçkisi hazırlayıp, hazırlamamak noktasında arafta kalmanın olanca duygusallığıyla dostlarım.
Sistemin bahşettiği olanaklarla yıllarca itinayla korunup kollanan, kadrolaşıp iktidar ortağı haline gelen bir grubun, alenen cumhuriyete karşı silahlı eyleme kalkışması sonucu. Tarihinde ilk kez ulusun mabedi sayılan Türkiye Büyük Millet Meclisinin dahi bombalanıp yüzlerce yurttaşın hayatını kaybettiği, ama “aynı maklubeye kaşık sallayan” sorumluların üzüntülerini “ rabbim de milletim de bizi affetsin” diyerek kenara çekilebildiği bir ülkede;
Hangisi daha vahim bilemedim? Olup bitenler hakkında ancak gözden düşmüş bir suç örgütü liderinin itirafları sayesinde bilgi sahibi olmamız mı? Yoksa ifşalarla ortaya dökülen kirli ilişkilerin doğrudan devletin sağladığı olanaklarla derinleştiğini apaçık görmemiz mi? Ya da açlık sınırında bir ücretle yaşamanın esas alınıp, yoksulluğun kader diye sunulduğu bir iklimde, çantalar dolusu menşei belli olmayan parayı etrafa saçan bir avuç türedi varsılın pervasızlığı daha bir aşağılayıcı olmuyor mu sizce?
Tüm bu rezillikler yetmezmiş gibi, birde yönetim erkini oylarımızla teslim ettiğimiz politikacılar, iktidarın kendilerine sağladığı olanakları, çıkarlarını temsil ettikleri varsayılan halkın yararına kullanmak yerine. Kendilerinin, ailelerinin ve yakın çevrelerinin varsıllaşmasının aracı haline getirip, Ardından edindikleri serveti ve gücü kalıcı kılmak, sürekliliğini pekiştirmek adına tek adamı merkeze alan otoriterliğin hukukunu oluşturup kendilerini güvenceye almayı da ihmal etmediler!
Kaldı ki otoriterliği pekiştiren bu yapılanma, milliyetçilik, muhafazakarlık ve dincilik zemininde inşa edilen bir başka ideolojik kılıfla tahkim edilip. Değil bir araya gelip hesap sormak, birbirine düşmanlaşmaya hazır, kışkırtılmış, diken üstünde, her an parçalanabilecek bir toplumsal yapının temelleri atılmıştır. Her yolsuzluk, her hukuksuzluk, her haksızlık, her eşitsizlik, oluşturulan bu ideolojik bağlam içinde boğuluyor; hak, adalet, eşitlik, özgürlük, demokrasi taleplerini ne kadar yüksek sesle dile getirirsek getirelim sesimiz duyulmuyor bile. Sanırım hatamız, karşımızda bu talepleri duyup anlayacak, kamu yararı adına harekete geçecek bir güç varsayıyor olmamız!
Oysa artık o gücün yeri boş, bomboş. İktidar olduğunu varsaydıklarımız hayalimizdeki iktidarın yerini çoktan boşaltıp bilinmeze gitmişler bile. Böylesi bir zaman diliminde kaçınılmaz olarak geleceğimiz birbirimizin ortak geleceğinden geçiyor. Bizi ortaklaşmalardan alıkoyan keyfiliğin, bencilliği kutsadığı, yalnızlığı dayattığı ölçüde açmazlarımızı da derinleştireceği açıktır. Herkesin keyfiliği özgürlükle karıştırdığı, bencilliğin, yalnızlaşmanın, ıssızlığın bütün ilişkileri belirler hale geldiği, toplumun çözüldüğü bir süreç bu. Böylesi bir durum umudu zedelediği için ziyadesiyle tehlikeli. Bilinmelidir ki umut, ancak birlikte hareket edebilme olanağı varsa bir imkandır. Geleceğe olan inancın kaybı, umudun çok uzun zaman yeşermesini engelleyecek ölçüde telafisiz.
Gerçekle aramızdaki mesafe büyük, giderek de açılıyor. Ama biz gerçekliğine inanmak istediklerimize sımsıkı sarılmışız. Onların artık olmadığına inanmak istemiyoruz. Türkiye’nin bir sosyal hukuk devleti olduğuna, laik olduğuna, hala cumhuriyet olduğuna, hala bir demokrasi olduğuna, hala seçimlerin her derdimize deva olacağına dair ısrarımız var. Oysa duygusallığımızı bir yana bırakıp, olan biteni objektif olarak değerlendirdiğimizde, bu adlandırmaların artık hiçbir maddi karşılığının kalmadığını pekala gözlemleyebiliriz.. Ama gerçekle yüzleşmek zordur. Olmayanın gerçekliğine inanarak kendini kandırmak kolaydır. Oysa bu bir paradoks ve biz bunlara inandıkça harekete geçemiyoruz, harekete geçemedikçe bunlara inanmayı daha da çok istiyoruz. Sonuçta bu paradoksla boğuşurken geleceğimizi yok ediyoruz.
Ve sen, aradığı kurtarıcıyı bir bulup bir yitirmiş, gördüğü her mavi gözde kurtarıcısını arayan. Faşizmin ahtapot kolları arasında sözüm ona kendini ana kucağı sıcaklığında hisseden insanların ülkesi Türkiye’m! Yoksulluğun soluklaştırdığı, hayatlarını, özgürlüklerini, renklerini, kanını emenlere feda eden sevgili ülkem. köprü öncesi bu son çıkışta kendine gelmelisin!
Sevgiyle, dostlukla.